5 Ocak 2018 Cuma

ÜFÜRÜKTEN ŞEYH

Bütün sahne şeyhin evindeki bir oda olarak kullanılır. Sahnenin ortasında büyük, süslü bir koltuk  vardır. Koltuğun üzerinde de sarığının tepesinde soyulmuş bir portakal bulunan cübbeli bir şeyh oturmaktadır. Üçü kadın, üçü erkek olmak üzere altı adet çıplak vitrin mankeni, koltuğun etrafına diz çökmüş, boyun eğmiş bir şekilde yerleştirilmiştir. Sahnenin (seyirciye göre) sol köşesinde bir telgraf makinesi, odanın (seyirciye göre) sağ köşesinde bir radyo bulunmaktadır.

ŞEYH: (Gözleri kapalı, mistik bir tavırla fısıldadıktan sonra, seyirciye): Mustafa Kemal ve arkadaşları, İslâm dinini temelinden yıkmaya çalışıyorlarmış. Haşa!.. Bizim şeriatimize el uzatmak ha!.. Kimin haddine?.. Haberiniz ola! Topyekûn savaş açılmıştır, İslam'a... Madem ki vaziyet budur! Bize düşen iş de belli olmuştur. Artık, savaşmak lazım gelmiştir!.. (Emreder bir sesle bağırır): Mürid!.. Buraya gel!..

O esnada, sahnenin (seyirciye göre) sağ tarafından üç bilim insanı girer, dans ederek koro halinde şarkı şöylerler: 

Şarkı:
Ne yarar ararlar bilmem ki şeyhte,
Şeyh düşmanındır, çabalar aleyhte;
Bir yarar ki, asla bekleme onda,
Okuyup üfleyince, bir nefeste!..
Aklı karadır; beyazdır sakalı,
Başucunda, soyulmuş portakalı;
Bir yarar ki, asla bekleme onda!
Bağırsan duymaz; kulağı tıkalı!..
X2

Bilim insanları, şarkının bitimiyle birlikte sahnenin (seyirciye göre) sol tarafından çıkarlar. 

ŞEYH : (Bilim insanlarının arkasından bağırır): Domuzlar! Kafirler! Tuturmuşlar bilim de bilim!.. Aman ne büyük mağfiret! (''Marifet'' diyebilmek için kelimeyi tekrarlar; beceremez): Mağ... mağ... fih... (Seyirciye): Ağzımdan Mağfiretten başka bir kelime istesem de çıkmıyor ki... Ben bir kalbi temiz kulumdur... Üstelik, bilim kanıtlamıştır ki, dil sürçmesi denilen vaka, aslında bilinçaltının dışa vurumudur. Günümüz gelişmelerini biz de bilir, takip ederiz... Sandıkları gibi cahil değiliz. İşte hepiniz gördünüz. Benim bilinçaltım neyse zikrim de odur: Mağfiret, mağfiret, mağfiret... Rabbim bizlere mağfiret eylesin... Sakın ha, bu adamların lakırtılarına kulak asayım demeyesin.

İçeri giyimi şeyhe benzeyen Mürid girer.

MÜRİD : (Telaşla koşarak gelir): Bana mı seslendiniz, efendim? Türbeyi temizliyordum da geciktim, efendim. Buyurun, buyurun efendi hazretleri...
ŞEYH : Söyle bana Mürid, okuyabiliyor musun işaretleri? (Bir yere odaklanır ve fal bakıyor gibidir): Vaziyet fena... Çok fena... Öyle fena ki, yedi düvele karşı direndiğimiz savaşları kaybedeydik; düşmanlara esir olaydık da bu günleri görmeyeydik... Din elden gidiyor, Mürid! Din elden gidiyor... Ne yapmalı?..
MÜRİD : En iyisini siz bilirsiniz, efendi hazretleri...
ŞEYH : (Dalgın): Bilirim, bilirim de... (Çoşkun): Şimdi beni iyi dinle... Her yere telgraf geçecek, yardım isteyeceksin.
MÜRİD : Yüce Allah'tan başka, efendim, kimlerdeden yardım isteyebiliriz?
ŞEYH : Sus da beni dinle, cahil! Kimlerden olacak... Manâ aleminde birbirleriyle görüşenlerden, peygamberlerle konuşanlardan, dünyanın etrafında 365 kez tur atanlardan, müridi nerede olursa olsun, yetişip imdadına koşanlardan, her dili anlayanlardan, her insanı duyanlardan; ölülerle konuşanlardan... İşte, önce bunlardan yardım isteyeceksin. Haydi, elini çabuk tut. Tekke, zaviye ve dergâhlardaki tarikatçılara bir an evvel telgraf geç... Durum vahim ve de bir hayli mühim, de.
MÜRİD : Emredersiniz, efendi hazretleri... (Çıkmaya yeltenir).
ŞEYH : (Mürid, tam çıkacakken): Buraya gel!..
MÜRİD : Buyurun, efendi hazretleri...
ŞEYH :  Karın ne yapıyor? Afiyette mi?
MÜRİD : Afiyette, efendim. Sağlığınıza duacı...
ŞEYH : İyi, iyi... Epeydir el öpmeye, tövbe almaya gelmiyor ama...
MÜRİD : Bügün yarın gönderirim, efendim... Bu aralar sıkıntıdayız, efendim.
ŞEYH : Şu, veled meselesi mi? Size Söylediklerimi tastamam yapın, tasalanmayın.
MÜRİD : Yapmaz mıyız, efendim. Hatta tam da sizin söylediğiniz gibi yapıyoruz. Hanım da ben de evladımız olsun, olursa da irfan sahibi doğsun diye cima esnasında sizin gül yüzünüzü hayal ediyoruz. Hatta... Dün gece... Öyle aşka geldim ki efendim, benim hanımın yüzü birden siliniverdi de orada sizin gül yüzünüz beliriverdi, efendim. Öyle olunca, efendim, daha da büyük bir aşkla sarıldım işime, efendim...
ŞEYH : Höst, höst! Deyyus!.. Asabımı bozma, git telgrafları yolla!.. (Gözlerini kapatır, öfkesini dindirmek için transa geçer).
MÜRİD : Emredersiniz, efendim... Affedin, efendim... Yanlış bir şey söylediysem bağışlayın, efendim... (Sahnenin sol tarafına doğru uzaklaşınca kendi kendine): Eyvahlar olsun... Ne diye gevezelik edersin be adam! Ne diye kızdırırsın şeyhini! Hazretleri besbelli kızdırdık... Ahiret günü bana şefaatçi olmazsa, ne yaparım?.. Sus, sus diline getirme böyle şeyleri... Bari, efendimin buyurduğu işi doğru düzgün yapayım. (Telgrafa doğru yönelir, irkilir): Eyvah! Kimlere yollayacaktım telgrafı, kimlerden yardım isteyecektim? Bak gördün mü, korkunca unuttum gitti hepsini! (Hatırlamaya çalışırarak telgraf yollar): Herhalde şöyle söylemişti: Ölü adamlar görenler. Stop! Onlarla konuşanlar. Stop! Kuş gibi uçanlar. Stop!  Kıtalar arası ışınlananlar. Stop! Din elden gidiyor. Stop! Bize yardım edin. Stop! Durum vahim ve de hayli mühim. Stop! (Sahneden çıkarken): Hallettik bu işi de... Oh... Oh...

Mürid sahneden çıkar. Radyodan bir haber duyulur: 

DIŞ SES :  ...Ankara İstiklal mahkemesi de tekke ve zaviyelerin kapatılması için hükûmete başvuru yaptığı gibi, Konya milletvekili Refik Bey ve arkadaşları da bu konuda bir yasa önergesi hazırlayıp Meclise verdiler...

ŞEYH : (Trans halinden çıkar): Mendeburlar! İstiklal diyen diliniz lâl kesilsin de izmihlal olsun! Hükümetinizin gücü sönsün de içine husumet dolsun! Refik ve müttefikleri per perişan olsun! Anayasanız, babayasınız kahrolsun; ananızın, babanızın içine yas dolsun! Meclisinize de iblisler dolsun! Dinsizler! İmansızlar! Ama siz durun... Durun hele durun... Ülkenin dört bir yanına telgraf yollattım. Şeyhleri, müritleri yardıma çağırdım. Diğer şeyhler de gücünü gücüme kattığında... O zaman bineceğiz tepenize! Tekke ve zaviyeleri kapatmak ne demekmiş göstereceğiz hepinize! Kafirler! (Seyircilere): Müritlerim!.. Sakın telaşa mahal vermeyin! Üstesinden geleceğiz bu hadsizlerin! (Yanındaki cansız mankenleri gösterir): Bakın... Görün... Bunlar hiç telaşlanıyorlar mı?... Çünkü, bunlar bana en sadık olanlar... Bunlar, ilk geldikleri zamanlar aynı sizin gibiydiler; etli, kemikliydiler ve konuşur, gülerdiler... Yani, hamdılar... Yani, akıllarını kullanırdırlar, soru sorardılar, düşünürdüler... Fakat, artık piştiler ve yandılar... Cayır cayır yandılar... Bu, öyle hemencecik olacak iş değildi... Önce, usul usul akıllarını körelttim, sonra bir güzel ruhlarını emdim. Onları kendime iyice köle ettim. İşte, sonunda bu hale geldiler. (Cansız mankenlerin başlarını okşar) Fakat, ahiret günü onlara şefaat edeceğim. Hepsini cennete aldıracağım... Kuzularım benim... Koyunlarım benim... (Seyircilere): Kıskandınız mı yoksa?... Üzülmeyin, üzülmeyin... Sizleri de aldıracağım cennete... Fakat, sizin daha kırk fırın ekmek yemeniz gerekiyor. Ama öyle her fırının ekmeği de kabul olmaz!.. Somuncu Baba'nın ekmeklerinden yiyeceksiniz...
Sahnenin (seyirciye göre) solundan Mürid ve Karısı girerler.
MÜRİD : (Diz çöker):  Efendi hazretleri, buyurduğunuz gibi telgrafları yolladım. Karımı da kaptığım gibi huzurunuza getirdim. Efendi hazretleri, affedin ikimizi... (Karısına): Diz çöksene kız! Kırarım bacaklarını! Diz çök!
KADIN : (Diz çöker): Efendi hazretleri, bağışlayın bizi...
ŞEYH : (Gönülsüz, elini uzatır): Tamam, tamam. Madem öyle, öpün elimi...
MÜRİD : (Koşarak gider, şeyhin elini öperken): Şükürler olsun! Allah sizi başımızdan eksik etmesin, efendim. (Karısına): Ne bekliyorsun, koşsana kız!.. (Şeyhe): Siz onun kusuruna bakmayın, efendim. Biliyorsunuz, kendisi biraz alıktır.
ŞEYH : Bilirim, bilirim... (Seyircilere): Bacakları da tam okşamalıktır. (Kadına): Gel kızım gel, korkma... (Kadın, utanarak gelir, şeyhin elini öper). Vah zavallı kızım, vah... (Mürid'e): Çık dışarı. Ben hanım kızıma biraz okuyup, üfleyeyim...
MÜRİD : Emredersiniz, efendi hazretleri... Ne kadar mesudum bilemezsiniz... (Çıkarken karısına): Beni utandıracak bir şey yapmayasın. Uslu durasın! Bir şikayet duyarsam, Kırarım bacaklarını!
Mürid, sahneye girdiği yönden geri çıkar. Şeyh, koltuğundan kalkar, radyonun başına geçer.
ŞEYH : (Radyoyu kurcalarken): Bizim mendeburlara müziği haram ettim. Ama sana serbest, şekerparem...

Müziğin başlamasıyla Kadın saçlarını açar. Şeyh, kadın'ı kollarının arasını alır ve öper. Sahnede kırmızı bir ışık vardır. Modern bir dans eşliğinde şarkı söylerler.

Şeyh'in Şarkısı:
Saf mürid'in altın saçlı karısı,
Zinaya mı gelmiş gece yarısı?..
Moral bozarken yasa tasarısı,
Üstüne eklenecek, bel ağrısı...
X2

Kadın'ın Şarkısı:
Ölesiye vurgunum size, şeyhim,
Olanları mürid'e etmem tevhim;
İyi edin beni! Durumum vahim!
Nasılsa bebeği tutmuyor rahim!
X2

Dans ve müzik biter. Kadın ve Şeyh sarmaş dolaş bir haldedirler.

KADIN : Her gece yüzünüzü hayal ederken, şimdi karşımda duruyorsunuz...
ŞEYH : Seni aşüfte seni... Kısırsın ama koynuma girmek için dokuz doğuruyorsun...
KADIN : (Yere uzanır): İstediğinizi yapın...
ŞEYH : (Seyircilere): Gözlerinizi kapatın!..
Mürid koşarak (seyircilere göre sol taraftan) sahneye dalar.
MÜRİD : (Elinde evraklarla, Nefes nefese): Şeyhim!.. Yetişin!.. Bildiri yolladılar. Avludaki türbeyi kapatacaklarmış! (Şeyhi karısının üzerinde görünce afallar): Şş... Şe...
ŞEYH : (Ayağa kalkar, toparlanır): Deyyus! Şeyhin odasına paldır küldür girilir mi? (Yerde yatan kadına): Yat kızım sen, sakın kalkayım deme; ilacın tesiri kaybolur gider sonra.
MÜRİD : (Yerde yatan karısına bakar, şaşkın): Sa... Ama saçları açılmış...
ŞEYH : Bırak şimdi onun saçını başını... Ne olacakmış, kimler geliyormuş? Sen onu bi' de hele?
MÜRiD : (İfadesiz): İlk defa gördüm saçlarını... Sapsarıymış...
ŞEYH :  Söylesene be adam, ne kapanması! Söyle! Cinlerimi üzerine saldırtmadan... söyle ulan!
MÜRİD : (İfadesiz kadına bakar): Bağrı da açık. Bağrı ne güzelmiş...
ŞEYH : Hala bakıyor utanmaz! Bakmasana ulan! Tesiri kaybolacak ilacın! (Kadının önüne geçer, cübbesini iki yana açarak görüşü engeller): Deyyus! Bakma! Çık dışarı!
MÜRİD : (İfadesiz): İlacı üzerine mi döktün, hoca efendi? Şalvarın ıslanmış.
ŞEYH : (Cübbesiyle şalvarını kapatır): Domuz! Şimdi seni cinlerime çarptırmazsam! (Gözlerini kapatarak deli saçması hareketler eşliğinde birtakım anlamsız fısıltıları tekrarlar).
MÜRİD : (Korksa da cesaretli olmaya çalışarak): Ben zaten çarpılmışım. Ah, benim akılsız başım. Nasıl da kandırılmışım... Ah takoz kafam ah! Güvendim, saygıda kusur etmedim. Kapına hizmetçi oldum, kul oldum... Malımı, mülkümü aldın elimden, feda olsun dedim! Şimdi de karımı aldın! Feda olmasın ulan! olmasın! (Öfkeli): Bana hayatı zindan ederken, gününü gün ettin. Artık korkmayacağım senden! İnanmam sana! (Cansız mankenleri devirir): Bunlar gibi olmayacağım! Bedavacılık yapanın, kestirme yoldan cennete girmeye çalışanın sonu işte böyle olur! (Seyircilere): İyi bakın bana! Benim kadar akılsızını her zaman göremezsiniz! Sakın ha bu adama kanmayın! Benim gibi, Didyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmayın. Sakın ha!
ŞEYH : Hayırsız! Seni yanıma aldım, hocalık ettim, yol gösterdim... Seni ben everdim ulan! Sana kızımı verdim.
KADIN : (Önemli bir yanlışı düzeltir gibi!) Üvey kızını!..
 ŞEYH :(Seyircilere): İşte bunlar şahidim! Ben senin hasta karına şifa arayayım; sen şeyhine iftira at! Ahiret günü iki elim yakanda olacak, bilesin! Nankör oğlu nankör!
MÜRİD : (Telgraf makinesini yere atarak kırar): Siktir bre münafık! (Kadına): Utanmaz rezil! Soysuz kahpe! Seni aşufte! Boş ol, boş ol boş ol...
KADIN : (Umursamaz): Aman be...
ŞEYH : (Kadına): Höst! Sen konuşma! (Murid'e): Evladım bak...
MURİD : Sen de boş ol ulan!.. Gidiyorum artık buradan!.. Size yapacağımı biliyorum ben...
Murid, girdiği yerden öfkeyle geri çıkar. Şeyh, diz çökmüş vaziyette tedirgin, dövünmektedir.
KADIN : Ne hali varsa görsün, boş veriniz. Sizi bekliyorum, efendim... Dayanamıyorum bu hasrete! Açın cübbenizi!..
ŞEYH : Şimdi sırası mı, azgın! Sen benden de azgın çıktın! (Koltuğuna oturur): Görmedin mi, kocan olacak adam neler etti... Şimdi de bizi hükümete şikayete gidiyor besbelli!..
KADIN : Benim kocam sizsiniz, efendim... (Ayağa kalkar. Cansız mankenlerin dişi olanlarını şeyhin çevresinden uzaklaştırır). İzin verin, yine eskisi gibi köleniz olayım...
ŞEYH : Eh, çık git! Çık! Almayayım ayağımın altına! Çık git!
Kadın ağlayarak sahnenin (seyirciye göre) sağ tarafından çıkar.
ŞEYH : Mürid, müzevircilik eder de ihtilal planını hükümete yetiştirirse biteriz, biteriz... (Sahnenin önüne doğru gelir, diz çöker): Yetişin ya evliyalar!.. Saltanatımız çöküyor, görmüyor musunuz? Hepinize telgraf yolladım, neden cevap vermiyorsunuz? Neredesiniz evliyalar?.. Neredesiniz?..

O esnada, renkli ışıklar sahneyi panayıra çevirir. Neşeli bir müzik başlar. Sahnenin sağından ve solundan kafalarına sarık bağlamış, deli gömleği giymiş olan dansçılar girerler. Çalışılmış bir kareografiyle dans eder ve koro halinde şarkı söylerler.

Koro:
Aldık telgrafınızı,
Duyduk imdanızı,
Hızımız, ışık hızı!
Alın, yardımımızı!
Delilerden biri bir adım öne geçerek: Ölü adamlar görüyorum, onlarla konuşuyorum.
Bir diğeri zıplayarak: Hey! Herkes bana baksın! Nasıl da kuş gibi uçuyorum.
Bir diğeri: Hey! Işıktır benim adım! Dünyaları dolaşıyorum.
Koro: Duyduk ki, elinizden gidiyormuş din.
Şeyh: Ha şunu bileydin!..
Koro: Bizler de sana yardıma geldik. Haydin!
Şeyh: Aman aman istemez, kalsın!..
Koro: Öğüdümüz; bu işleri bırakasın!
Şeyh: Deliden akıl alacak değilim. Gidin!
Koro: Sakalımız yok ki, sözümüz dinlensin!
Şeyh: (Anlamsız fısıltılar eşliğinde lanet okur).
Koro: Sözlerini anlayanlar beri gelsin!

Koro, bir adım önce çıkar. Şeyh, öfkeyle koltuğuna geri oturur.

Koro:
Sizin sözlerinizin hepsi yalandan,
İnsanlara hayatı ettiniz zindan,
İslam'ı bilmezler, uzaktan yakından,
İslah eylesin sizi, Yüce Yaradan!
Biz deliler konuştuk, hep bir ağızdan,
Şarkımızı söyledik, soluk almadan,
Ne şakadan konuştuk, ne de nüktedan,
İnan hiç farkımız yok, evliyalardan!

Koro sahneyi terk eder, ışıklar normale döner.  Şeyh, koltuğundadır.

ŞEYH: (Öfkeli): Bir telgrafı bile adam akıllı geçemedin mi beceriksiz herif! Yaktın beni mürid! Memleketteki bütün delileri başıma topladın! Şimdi, vakit kaybetmeden yeni bir telgraf daha geçmek gerek. (Telgrafa doğru yönelince daha da öfkelenir): Adı batasıca, kör olasıca, canı çıkasıca Mürid! Perişan etmişti makineyi... (Seyircilere, telaşlı): Memleketin dört bir yanından kalkıp gelen delileri kimlerin hangi emelle çağırdı ortaya bir çıkarsa... Hükümet, isyana teşebbüs sebebiyle hepimizi topla tüfekle alıkoyar. Bundan önce, ''Sizi beceriksizler'' deyip, hepimizi adam akıllı pataklar.

O sırada radyodan haber duyulur.

DIŞ SES: Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, Kastamonu söylevinde çok muhim meselelere değindi ve şu sözleri sarf etti: "Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir. Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır."
ŞEYH: Şom ağzıma sıçsın köpekler! Korktuğum başıma geldi. Dinsiz Kemal, bizden evvel davrandı.
Mürid, takım elbiseli bir şekilde sahnenin (seyirciye göre) sağından girer. Elinde birtakım belgeler vardır.
MÜRİD:  Merhabalar.
ŞEYH: (Şaşırır): Mürid?.. Bu ne hal? Haçlılara dönmüşsün.
MÜRİD: İçişleri Bakanlığı'ndan gelen bir devlet memuruyla muhatap olduğunuzu biliniz.
ŞEYH: Demek MİT mensubuydun. Sinsi jurnal...
MÜRİD: Gevezelik etmeyin. (Not defterine bakar): Bir hafta kadar önce kurumumuzdan size bir bildiri yollanmış.
ŞEYH: Yollandı yollanmasına ama... İçinde ne yazdığını bir türlü söylemedin ki ulan! Karına bakıp durdun. Yok saçı açılmış, yok bağrı güzelmiş... Halbuki sordum o kadar...
MÜRİD: Efendim, gevezelik etmeyiniz!
ŞEYH: Bu ''Efendim''in vurgusu, tonlaması eskisinden çok daha başka oldu ha, Mürid. Nasıl oldu bu iş? Yoksa çarpıldın mı?
MÜRİD: Buradan çıkar çıkmaz, ilk iş polise gittim.
ŞEYH: Soyu kuruyasıca, hain!
MÜRİD:  Onlar da itirafçı olduğum için beni devlet memuru yaptılar. Ben de şu an işimi yapıyorum. Rica ediyorum, vazifesi başında bir memuru daha fazla oyalamayınınız.
ŞEYH: Ulan deyyus... Telgrafları yerlerine adam akıllı göndereydin de isyan başlatıp hükümeti devireydik. Bizler başa geçince sana da devlette bir makam bulurduk elbet. Hem de ne makam...
MÜRİD: Bir devlet memuruna torpil mi teklif ediyorsunuz?
ŞEYH: Torpil değil, saf evladım. Onun adı; şefaat, şefaat. Öbür dünyada seni cennete aldıracak olan adam, bu dünyada sözleşmeli bırakır mı hiç?
MÜRİD: Bu kadar laf yeter. Beni işimden alıkoyuyorsunuz.
ŞEYH: . İş, iş, iş. Onca zaman yanımda kaldın da hiç mi ilim öğrenmedin be adam. Bu dünyanın işi yalan dolan. Mühim olan öte dünya...
MÜRİD: Memleketteki binlerce vasıfsız şeyhi, müridi benim gibi istihdam etseler, aya çıkarız aya... (Seyircileri gösterir): Bak. hiçbir şey yapmadan oturuyorlar.
ŞEYH: (Seyircilere): Görüyor musunuz zavallıyı? Nasıl da yıkamışlar aklını...
MÜRİD: Öyle de güzel yıkadılar ki, aklımda kir pas kalmadı. Kulaklarımda da kir pas kalmadı. Çünkü artık müzik dinliyorum.
ŞEYH: Vah, vah...
MÜRİD: Sizlerin, uyduruk din satan din tüccarları olduğunuzu öğrendim. Allah'ın söylediklerinin tam tersini yapan şeytanın askerleri sizi... Sizin dininiz şeytanın dini! (Seyircileri gösterir): Elde ettiğiniz haksız gelirlerle bu insanları sömürüp duruyorsunuz. Hiçbir şey üretmeden kazanç elde etmek devri bundan böyle kapanmıştır. Bundan sonra, çalışmak, çalışmak, çalışmak vardır.
ŞEYH: (Sinirlenir): Şikayetçiyim senden. Sana iş buyurdum da onu bile beceremedin. Ne anlarsın sen çalışmaktan? Bak, kırdın telgraf makinesini... Müsrif herif!
MÜRİD: Kırıldıysa kırıldı, mühim değil. Hacizden sayar, borcunuzdan düşeriz.
ŞEYH: Haciz mi?
MÜRİD: Pek tabii. (Evrak gösterir): Okumadınız mı bildiriyi?..
ŞEYH: Haşa! Başımıza taş yağacak... Olmaz! İzin vermem!
MÜRİD: Güçlük çıkarmayın...
ŞEYH: Ben bilidiri mildiri bilmem!
MÜRİD: (Evrakları tekrar gösterir): Bakın. Burada yazıyor. Bir hafta önce Avlunuzdaki türbelerin kapatılacağına dair bir bildiri gönderilmiş.
ŞEYH: (Fenalaşır): Gitti... Din elden gitti!..

O sırada radyodan bir haber duyulur.

DIŞ SES: Konya milletvekili Refik Bey ve beş arkadaşının önerisiyle meclise sunulan, Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun kabul edilmiştir.
ŞEYH: (Dövünür, bağırır): Ulan Refik!.. Bittik biz bittik!..
DIŞ SES: Kanun gereğince; bütün tarikatlarla birlikte şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılması, bunlara ait hizmetlerin yapılması ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesi yasaklanmıştır. Ayrıca yasa ile Türkiye Cumhuriyeti içinde padişahlara ait ya da bir tarikata çıkar sağlamaya yönelik tüm türbeler kapatılmış, türbedarlıklar kaldırılmıştır. Yasaya aykırı davrananlara para ve hapis cezası getirelecektir.
MÜRİD: Oh, pek güzel. Öyleyse tekkenizi de kapatacağız.
ŞEYH: (Fenalaşır): Ah!... Gitti... Din elden gitti!
MÜRİD: (Sahnedeki dekorları gösterir): Memurlar, bunları da toplayın, götürün. (Şeyhe): Bu memurlar da benim gibi itirafçı olanlar...
Sahneye iki görevli memur girer ve radyo haricindeki tüm dekorları tek tek dışarı çıkarırlar.
ŞEYH: (Engel olmaya çalışır): Hayır! Bırakın!
MÜRİD: Eğer bundan sonra tekstil işine gireceksen cansız mankenleri götürmeyelim, kullanırsın?
İçeri Kadın girer.
KADIN: Bu gürültü de nedir? (Mürid'i görürünce şaşırır): Bu ne hal? Haçlılara dönmüşsün.
MÜRİD: Ben artık devlet memuru oldum.
ŞEYH (Kafasındaki sarığı çıkakır, diz çöker, telaşlı): Bir şey söyle şu kocana! Kapatıyor tekkemi!
MÜRİD: Tekke düştü kel göründü, şeyh efendi! Götürüyorum her şeyini!
KADIN: Öyleyse, beni de götür buradan kocacığım. Affet beni, bu zalim adamın yanında bırakma... (Mürid'in yanına koşar).
ŞEYH: Zalim ha?.. Kendi istediğinle geldin ulan sen bana!..
MÜRİD: (Mürid kadını tutar, arkasına alır): Hayır, kendi istediyle gelmedi. Onu kolundan tutup ben getirdim buraya. Eşimin aklını senin yalanlarınla doldurdum, sonra da onu senin ellerine bıraktım. Ne kadar aptalım.
KADIN: Affedin beni kocacığım, inanın ki ırzıma geçmedi.
MÜRİD: Affediyorum... Seni de götüreceğim yanımda, üzülme. Kadınları bu adamlardan korumak gerekir.
 ŞEYH: (Telaşla koştururken, can verir): Yetişin evliyalar, yetişin!
Mürid ve Kadın sahneden çıkar. Memurlar şeyhin cesedini dışarı taşır. Sahnede sadece radyo vardır. Işıklar karırırken sadece radyoyu aydınlatır. Radyodan Mehmet Akif Ersoy'un bir şiiri duyulur.
DIŞ SES:
Sofuluk satıyorsun, elinde boy boy tesbih
Çevrende dalkavuklar; tapınır gibi, la-teşbih!
Sarık cübbe ve şalvar; hepsi istismar, riya
Şekil yönünden sanki; Ömer’in devri, güya!
Herkes namaz oruçta; hepsi sözünü dinler
Zikir Kur’an sesinden, yerler ve gökler inler!
Ha bu din, iman, takva; inan ki hepsi yalan
Sen onları kendine taptırırsın vesselam!
Derdin davan sadece, hep nefsi saltanatın
Şimdilik putu sensin, tapılan menfaatın!
Hey kukla kafalı adam, dinle sözümü tut
Bunların dilinde hak; ama kalbi dolu put!…
Şiir biter, Mürid sahneye girer. Etrafı kolaçan etmektedir.
MÜRİD: Şöyle bir kontrol edelim, unuttuğumuz bir şey kalmış mı? Ah, radyoyu unutmuşum. (Radyoyu da alır). (Seyircilere): Ah, az kalsın sizi de unutuyordum. Haydi, siz de benimle birlikte gelin...

Ve perde böylece kapanır...